Kıymetli okurlarım hepinize merhabalar. Geçen hafta devletin deprem sonrası uygulaması gereken hukuksal rejimleri açıklamıştım ancak yazım çok uzun olduğu için ve siz kıymetli okuyucuları sıkmamak için depremzedelerin hangi hukuki haklara sahip olduğunu yazamamıştım. Lafı fazla uzatmayacağım. Bugün, kaldığım yerden devam ederek depremzedelerin hangi hukuki haklara sahip olduğunu anlatacağım. Şimdiden keyifli okumalar.
İzmir depremine ilişkin görüntüler gerek sosyal medyada gerekse haber sitelerinde çokça paylaşılmıştı. Bu paylaşımlarda dikkatimi çeken çok önemli bir şey oldu. 2 bloklu binaların yani yan yana, bitişik olan binaların birisinin yıkıldığını ama diğer blogun yıkılmadığını hatta sapasağlam kaldığını fark ettim. Yıkılan binalar bakımından müteahhidin, proje müellifi yani projede yer alan mimar veya mühendislerin, bina inşasında yapı denetim aracılığıyla yapılan binalar varsa (TOKİ, KİPTAŞ ve kamu kurumlarının binaları 4708 sayılı kanuna göre yapı denetime tabii değildir ayrıca özel sektör tarafından yapılan ama 200 metrekarenin altında kalan inşaatlarda yapı denetime tabii değildirler) yapı denetimin hem hukuki hem de cezai sorumlulukları gündeme gelecektir.
Hukuki sorumluluk bakımından yıkılan binalarda ölüm veya yaralanmalar olursa depremzedeler hem maddi hem de manevi tazminat talep edebilirler. Bu taleplerini Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun Haksız Fiil hükümlerini düzenleyen 49. maddesine dayanarak talep edebilirler. Haksız fiil, hukuka uygun olmayan fiillere denir. Haksız fiilin varlığından bahsedebilmemiz için mutlaka hukuka aykırı bir fiil,bu fiili yapan kişi kusurlu,zarar ve ortaya çıkan zararın hukuka aykırı bir fiil ile illiyet bağı yani nedensellik bağı olması gerekmektedir. Yani müteahhit, inşaatı yaparken sırf ucuz olsun diye demiri eksik koyarsa ya da hazır beton yerine deniz kumu tercih ederse ve bunun sonucunda bina yakılırsa o zaman müteahhidin hukuki sorumluluğuna gidilir. Ancak eğer müteahhit inşaatı mevzuata uygun yaparsa ve bun rağmen yıkılırsa o zaman müteahhidin sorumluluğuna gidilemez. Çünkü bu tür durumlarda kusur esastır. Bir kişiyi fiilinden doğan zararı sorumlu tutabilmek için o kimsenin kınanması gerektirecek bir davranış içerisinde olması gerekmektedir. Yani kusurlu olması gerekmektedir. Kusuru olmayan, her türlü dikkat ve özeni göstermiş bir kişiyi ortaya çıkan zarar konusunda sorumlu tutmak adaletsizliğe yol açacaktır. Suç işlememiş, masum bir kişiye ceza vermekle aynıdır. Bu yüzden kusur esastır diyoruz. Kusuru var ise sorumluluğuna gidilebilir. İzmir depremi konusunda basına yansıyan bilgilere göre yıkılan ve ağır hasar gören evlerin neredeyse hepsi kusurlu yapılarmış. Bu sebeple müteahhidin veya yukarıda bahsettiğim proje müellifi ve yapı denetimin sorumluluğuna gidilmesi mümkün gözükmektedir. Ölüm ve yaralanmalar olursa maddi manevi tazminat talep edebileceklerini belirttim ancak eklemek gerekir ki ölüm veya yaralanma olmasa dahi yıkılan veya ağır hasar gören binalar içinde tazminat talep edilebilir.
Ayrıca sosyal medyada, dava açılsa bile bir şey yapılamayacağı çünkü binaların çok eskiden yapıldığı ve bu yüzden açılacak olan davaların zaman aşımından düşeceğini yazanların sayısı hayli fazla idi. Ancak deprem sebebiyle yıkılan binalar için açılacak olan tazminat davalarında zaman aşımı süresi binanın ruhsat onayı aldığı zaman değil aksine binaların deprem sonucu yıkıldığı andan itibaren işler. Bununla alakalı bir sürü Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararları mevcuttur. Yine TBK 72. maddesi ‘‘Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zaman aşımına uğrar.’’ demektedir. Yani zarar gören, zararı öğrendiği tarihten itibaren 2 yıl, her halde ise 10 yıllık bir zaman aşımı süresi öngörmüştür. Görülüyor ki depremzedelerin tazminat davası açmaları için ellerinde fırsat bulunmaktadır.
Hukuki sorumluluğun yanı sıra müteahhitlerin cezai sorumluluğu da bulunmaktadır. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2003/9-261 Esas 2003/274 Karar sayılı ilama göre binanın yıkıldığı ve yaralanmanın meydana geldiği andan itibaren zaman aşımı işler. Yani suç tarihi binanın yıkıldığı tarihtir.
Peki ölen veya yaralananlar bakımından müteahhitler hangi cezai sorumluluğa girer ? İnternetten yaptığım araştırmalarda bunun Taksirle Ölüme veya Yaralanmaya Neden Olma suçları bakımından incelendiğini gördüm. Bana kalırsa bu kesinlikle yanlıştır. Buradaki durumun Olası Kast bakımından değerlendirmeye alınması gerektiğine inanıyorum. Aramızda sadece hukukçu olmayanlarda olduğu için ben size kısaca neyden bahsettiğimi açıklayayım
Bakınız taksir kendi içinde 2’ye ayrılır. Basit Taksir ve Bilinçli Taksir.
Basit taksir, fail öngörülebilir bir neticeyi veya öngörmesi gereken bir neticeyi ‘‘öngörmeyerek’’ yani dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranarak fiili işlemesidir.
Bilinçli Taksir ise dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılması ile neticenin öngörülüp kişisel yeteneğine veya şans gibi faktörlere güvenerek neticenin istenmemiş olması demektir. Yani fail neticenin gerçekleşmesini istemiyor ancak yaptığı fiil ile neticeyi öngörüyor veya tahmin edebiliyor olmasına rağmen hukuka aykırı hareketine devam ediyor ve zararlı netice ortaya çıkıyor. Çok kısa söylemek gerekirse netice fail tarafından öngörülüyor ama yine de harekete devam ediyor diyebiliriz. Aralarındaki en önemli fark öngörme kavramıdır.
Olası kast ise fail, hareketin belli bir neticeyi meydana getirebileceğinin öngörüyor olması ancak bu hareketini yapmaktan da kaçınmamasıdır. Yani kısaca olursa olsun demesidir. Fail amacına ulaşmak adına, muhtemel tehlikeli neticeleri göze alıyor. İzmir depremindeki olayda budur. Müteahhitler inşa ettiği evlerde hazır betonlar inşa yerine deniz kumuyla inşa etmişlerdir. Hatta bu konuda depremzedelerin ifadeleri var. Deniz kumuyla ev yapmak kumdan kale yapmakla aynı şeydir. Beton görevi görmez ve kesinlikle dayanıklı değildir. Bunu bizlerden çok müteahhitlerin daha iyi bilmesi gerekmektedir. İşte müteahhitlerin yaptığı çürük binaların çürük olduğuna hatta sağlam olmadığını adı gibi bildiklerine ben adım gibi eminim. Yıkılabileceğini bilerek o evleri inşa etmekte ve olası bir durumda insanların ölebileceğini biliyor ve öngörüyor olmaları ve bu durumda insanların ölmesi veya yaralanması taksirle değil olası kastla adam öldürme veya olası kastla adam yaralama yönünden incelenmesi gerektiğine inanıyorum.
Yazımı bitirmeden çok ufak bir konuya daha değinmek istiyorum. Bildiğiniz üzere geçen senelerde toplumda imar affı diye anılan 2981 sayılı kanun ile birçok imara uygun olmayan binalar veya yapılar onay aldı. Peki depremde yıkılan binalar imar affı kapsamında olursa ne olur sorusu muhtemelen hepimizin aklına gelebilir. Eğer 2981 sayılı kanuna dayanarak yapı kayıt belgesi alınırken binanın veya yapının dayanıklılığı incelenmemiş ise o zaman idarenin hizmet kusuruna da gidilebilir. Bu bilgiyi hatırlatma amacıyla yazdım. Her ihtimale karşı aklımızda bulunsun.
Evet kıymetli okurlarım bir yazımın daha sonuna geldik. Umarım depremlerden dersler çıkarıp buna göre hareket edebiliriz. Tabii ki Japonya değiliz ancak Japonya’da çok daha şiddetli depremler olurken hiçbir bina yıkılmamakta ve can kayıpları olmamaktadır. İnsanları deprem öldürmez insanları hatalı yapılar, sorumsuz müteahhitler, denetim yapmayan belediyeler öldürür. Depremde çok çok acı olaylara şahit olduk hem de her depremde…. İstiyorum ki hiç kimse bunları yaşamasın. Can kayıpları olduktan sonra siz o aileye dünyaları serseniz ne olur, çocuğunu, annesini, babasını, kardeşini veremedikten sonra….
BURADA YAZILAN YAZILAR BİLGİ AMAÇLI OLUP YAZARIN GÖRÜŞLERİNİ İFADE EDER. HİÇBİR ŞEKİLDE HUKUKİ TAVSİYE NİTELİĞİ TAŞIMAMAKTADIR.
Comentários